Annemle
babam, sanıyorum birbirlerini iyice tanımadan evlenmişler. Evlilikleri bir süre
iyi gitmiş. Sonra gürültü, patırdı, şamata başlamış. Kavga, hep kavga… Onları biraz bilinçle tanımağa başladığımda,
böyle bir ortamla karşılaştım. Üzülüyordum. Evde huzur yoktu. Bende hiç yoktu.
Sonunda boşandılar.
Dört yaşımdaydım. Hakim amca beni annemle yaşamağa mecbur etti. Yasalar, böyle
gerektiriyormuş. Onun düzenli bir geliri yoktu. Babam anneme her ay “nafaka”
denilen bir ödeme yapıyordu. Ama, geçim için yetmiyordu. Bu yüzden annem çocuk
bakıcılığı, çamaşırcılık, kapıcılık gibi işlere koşturup duruyordu.
Okula
başladığım ilk gün, tüm arkadaşlarımın üstünde mavi renk önlük, beyaz yakalık
vardı. Benimse üstümde her gün giydiğim, günlük giyecek… Diğer çocuklara gıpta
ile bakıyordum. Bir süre sonra kitap, defter, kalem filan alındı. Daha sonra
önlük, yakalık... Uzatmayalım. Dönem sonu geldi. Okul tatil oldu. Ben de
sınıfımı başarıyla geçmiştim.
Bir amcanın
yardımıyla edindiğim malzeme ile ayakkabı boyacılığı yaparak hem harçlık
biriktirmeye, hem de eve katkı sağlamaya çalışıyordum.
Artık babamı
hiç göremiyordum. Onun başka bir ülkeye gittiğini duydum.
Annem eve
çok geç gelmeye başlamıştı. Hep çok çalıştığını, çok yorulduğunu söylüyordu.
Kendine çeşit çeşit giysiler alıyordu. Çok şık giyinmeye ve süslenme-ye özen
gösteriyordu. Yaptığı iş ne acaba diye düşünmeye başlamıştım. O sırada annemin
kötü kadın olduğu söylenmeye başladı sokaklarda. Çocuklardan bunu duyuyordum.
Bana da ters ters bakmaya başladılar.
“Annen kötü
kadın olmuş” diyen Cafer amcaya kızdım. Bağırdım; “benim annem kötü kadın
olamaz”… “Bu akşam seni çalıştığı yere götüreyim, gözlerinle gör istersen”
dedi. O akşam birlikte gittik. Kapısında renkli ve değişken ışıklarla “gazino”
yazılı bir yerdi o işyeri… Beni içeri koymak istemediler. Ancak, kapı
aralığından gözlüyordum. Bir de ne göreyim; annem yarı çıplak bir şekilde
insanlar içinde dolaşıyordu. Şaşkına dönmüştüm. Cafer amcayla evin yolunu
tuttum. Uyku tutmadı beni bir türlü...
Annem
geldiğinde saat 05 oo olmuştu. Beni uyumamış görünce nerdeyse dilini yutacaktı.
“Niçin uyumadın oğlum” deyince, ben;
-Artık benim
annem değilsin. Çünkü, sen kötü kadınsın, dedim.
-Nasıl
konuşuyorsun öyle, ben senin için çalışıyorum, dedi.
-Nasıl çalıştığını
gördüm. Yarından itibaren evi tamamen terk ediyorum, dedim.
Söyleyecek
bir söz bulamadı. Oturduğu yerde, ellerini başının arasına alarak yüksek sesle
ağlamaya başladı.
Sabah olunca
evden ayrıldım. Ayakkabı boyacılığı, hamallık gibi ufak tefek işler yapıyor,
bazen arabaların camlarını silip bahşiş alıyor ve yaşamaya çalışıyordum. Açıldığında okula da gitmeyerek asmıştım tabîi… Sokaklarda diğer sokak çocuklarıyla dolaşmaya, uygun
gördüğümüz yerlerde yatmaya başlamıştım zaten… Kış yaklaşmıştı. Küçük yaşıma
rağmen, büyük çile rüzgârının esiri olmuştum. Çektiklerimi burada tek tek size
anlatacak ve yüreğinizi yaralayacak değilim.
Şimdi
aradığım ve özlediğim bir şey var; anne, baba ve çocukların bir arada olduğu
sıcak bir yuva, az da olsa huzurlu bir ortam….
Hasret kaldığım şey… Ülkemizde benim gibi yuvası bozulan, aynı ortama
özlem duyan nice yavrular vardır, kim bilir? Aynı şekilde kaybettikleri
yavrularını arayan nice anneler, babalar kim bilir?
Şimdi
evlenmek, yuva kurmak isteyen büyüklerime ve tüm anne-babalara bir çift sözüm olacak;
-Ne olur
eşinizi seçmede titiz olun, evlendikten sonra yuvanıza iyi sahip çıkın, onu
asla dağıtmayın! Çocuklarınızı ve eşinizi mutlu edin! Öncelikle çocuklarınızı
benim düştüğüm durumlara düşürmeyin! Yalvarıyorum!
(Bu yazı, 12
yaşındaki bir çocuğun gerçek ifadesidir)
İsmail KARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder