23 Kasım 2012 Cuma

BURDUR'UN SAZ VE SÖZ USTALARI-2

KAYACAN’DAN ÖNEMLİ BİR ESER DAHA, 130. KİTAP:


BURDUR’UN SAZ VE SÖZ USTALARI-2

Prof. Dr. İsa Kayacan’ı, yaklaşık yarım yüzyıldır; başta Anadolu basınıyla uğraşanların çoğu yakından tanımaktadır. Sanıyorum ki, Anadolu’da yazı ya da şiirinin yayınlanmadığı gazete ve dergi yoktur. Bu bakımdan kişisel olarak tanımayanlar olabilir ama O’nu en azından bir isim olarak bilirler.
Kayacan, geçmişte uzun yıllarını “Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü” nde geçirmiş ve onbir bakanın da basın danışmanlığını yapmış deneyimli bir gazetecidir. Şairdir, yazardır, araştırmacı yazardır. Benim de kırk yıllık arkadaşımdır. Bu sürede onunla arkadaşlığımızın bozulduğu görülmemiştir. Kısacası hani “Adam gibi adam” deriz ya, bence öyledir. Sözün bu kısmını fazla uzattım. Bilinen şeyleri yinelemenin anlamı olmaz.
Şimdi, fırından yeni çıkmış taze ekmek gibi elime aldığım ve “Araştırmacı yazar” kimliği ile hazırladığı en son eserinden söz etmek istiyorum. “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-2” adıyla yayınlanan eser, tam 792 sayfa… Çok güzel bir estetiği var. Sayfa ve bölüm düzenleri harika… Kapak üstünde “Gölhisar Yarenler Gecesi”nden bir resim konulmuş. En üstte “T.C. Burdur Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü” yazıyor. Yazının solundaki armada “T.C. Burdur Valiliği”, sağında ise “T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı” yazılı… Ben dostum Kayacan’ı öncelikle kutluyorum amma böyle güzel bir eseri hazırlamakta katkısı olanları da yürekten kutluyorum. 
Burdur Valiliğini nasıl kutlayacağımı ise bilemiyorum. Kendi yörelerinden çıkan bir sanatçıya (hem de onun sağlığında) ve eserine sahip çıkmalarını ne kadar övsek az gelir. Yetkililere buradan saygılarımı gönderiyorum.
Bu gün evinde kendisiyle görüştüğümde, hastalığını unutmuş gibi bir hava vardı. Yeni bir çocuğu doğmuş babayı andırıyordu yüzündeki gülümseyiş… Elbette bu durum olağan bir şey… Sanatçıların her yeni eseri, dünyaya yeni gelmiş çocuklarından farklı değildir.
Eseri inceleyince dedim ki kendi kendime; “Ya Burdur, ne kadar çok sanatçı yetiştirmiş, yöre ve Anadolu kültürüne ne kadar çok katkı sağlamış”. Kayacan, bu eserinde yalnız saz ve söz ustalarıyla kalmamış; Burdur’un hemen hemen tüm kültürel ve yöresel özelliklerini, gözlerimizin önüne sermiş.
Üstelik, kitabın arka kapağından anlaşılıyor ki, yazarın 2005 yılında yayınladığı “Burdur’un Saz ve Söz Ustaları-1” adlı eserde adı geçen saz ve söz ustaları bu eserde yer almamış.
 Kitabın 2.sayfasındaki şu ibare de dikkatimi çekti; “İsa Kayacan’ın 130 uncu kitabı olan bu eser, Kayacan’ın 70.yaşı anısına yayımlanmıştır”. 130 kitap yayınlamak, dile kolay… Nerdeyse yaşamının her yılına iki kitap düşüyor. Bu bakımdan da kendisini kutluyorum. Çünkü, başlı başına bir rekor örneğidir.
Ben daha fazla söylemiyorum. Kayacan’ın bu eserini inceleyenler, umarım ki yukarıdaki sözlerime katılacaklardır.
O’nun yeni gayretlerini ve yeni eserlerini bekliyor, kendisini tekrar kutluyor, savaştığı rahatsızlığı için de acil şifalar diliyorum. 
KAROZAN, İsmail KARA - 24 Kasım 2012                                                                                                                            

30 Ekim 2012 Salı

Cumhuriyet Nedir?



CUMHURİYET NEDİR?

Bazılarımız bizdeki Cumhuriyeti pek anlayamadılar. Ya da doğru dürüst bir şekilde anlatamadılar. Veya birileri anlamak istemediler, istemiyorlar. Bir de ben anlatayım Cumhuriyeti kısaca ve şöyle dilimin döndüğünce…

-Cumhuriyet, köşeye kıstırıldığı sanılan bir ulusun, bir at gibi kükreyişi ve şahlanışıdır.
-Cumhuriyet, mağdur edilen ve yok sayılarak üstüne gidilen bir ulusun dünyaya göklerden bakışı ve haykırışıdır.
-Cumhuriyet, özgürlük meşalesini sürekli yakan ateştir.
-Cumhuriyet, karanlığı kovan güneştir.
-Cumhuriyet, ülkemiz, vatanımız ve bayrağımızla özdeştir.
-Cumhuriyet, dünyada (adeta) cennete eştir.
-Cumhuriyet, dirençtir,
-Cumhuriyet, gönençtir.
-Cumhuriyet, erinçtir.
-Cumhuriyet, zincirleri, prangaları kırıştır.
-Cumhuriyet, düşmanların karşısında ak alınla, dimdik duruştur.
-Cumhuriyet, tüm çıkarcı ve karanlık kafalara vuruştur.
-Cumhuriyet, “Yurtta sulh, dünyada barıştır”.
-Cumhuriyet, insanlığın gelişiminde yarıştır.
-Cumhuriyet, hak, hukuk, adalet başta; en kutsal değerlere varıştır.
-Cumhuriyet, insanlık yolunda olağanüstü bir niyettir,
-Cumhuriyet, doğaya ve tüm canlılara hürriyettir.
-Cumhuriyet, çok güzel bir lisandır.
-Cumhuriyet, Türkler için büyük bir tarihtir, destandır.
-Cumhuriyet, velhasıl çok iyi ve hayırlı iştir.
-Cumhuriyet, insanlık âleminde tam bir yükseliştir.
-Cumhuriyet, özgürlük sevdalısı Türk’e yaraşır = Türk’tür.
-Cumhuriyet, ATATÜRK’tür.


İsmail KARA (30.10.2012)

19 Ekim 2012 Cuma

Bir Türk Dünyaya Bedeldir.



    BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR

     Atatürk Kastamonu’ya geldiğinde, kışlaya da uğramıştı. Koğuşları geziyordu. Her koğuşta bazı özlü sözler asılıydı. Bir koğuşta büyük bir levhaya yazılmış “Bir Türk on düşmana bedeldir” sözünü görünce birden durdu. Yüzünün rengi değişti, gözleri daldı. Sonra sert bir sesle;

     “Hayır, hayır”… dedi. “Bir Türk, dünyaya bedeldir”.

     (Z.Cemal Bakiçelebioğlu nakletmiştir)
*
     Büyük Atatürk, her şartta Türk milletine büyük değer vermiştir. Sözleriyle de daima yüceltmiş, başka bir değişle motive etmiştir.

     Örneğin, Türk köylüsü için;
     “Köylü, milletin efendisidir” demiştir.

     O’nun hiçbir kesimi aşağılayıcı mahiyette tek bir sözü yoktur.

     Atatürk büyüktü. Büyüklüğünü de, her alanda göstermiştir.

14 Ekim 2012 Pazar

Ben Yuvamı İstiyorum


                    
                                          BEN YUVAMI İSTİYORUM
     Annemle babam, sanıyorum birbirlerini iyice tanımadan evlenmişler. Evlilikleri bir süre iyi gitmiş. Sonra gürültü, patırdı, şamata başlamış. Kavga, hep kavga…   Onları biraz bilinçle tanımağa başladığımda, böyle bir ortamla karşılaştım. Üzülüyordum. Evde huzur yoktu. Bende hiç yoktu.
     Sonunda boşandılar. Dört yaşımdaydım. Hakim amca beni annemle yaşamağa mecbur etti. Yasalar, böyle gerektiriyormuş. Onun düzenli bir geliri yoktu. Babam anneme her ay “nafaka” denilen bir ödeme yapıyordu. Ama, geçim için yetmiyordu. Bu yüzden annem çocuk bakıcılığı, çamaşırcılık, kapıcılık gibi işlere koşturup duruyordu.
     Okula başladığım ilk gün, tüm arkadaşlarımın üstünde mavi renk önlük, beyaz yakalık vardı. Benimse üstümde her gün giydiğim, günlük giyecek… Diğer çocuklara gıpta ile bakıyordum. Bir süre sonra kitap, defter, kalem filan alındı. Daha sonra önlük, yakalık... Uzatmayalım. Dönem sonu geldi. Okul tatil oldu. Ben de sınıfımı başarıyla geçmiştim.
     Bir amcanın yardımıyla edindiğim malzeme ile ayakkabı boyacılığı yaparak hem harçlık biriktirmeye, hem de eve katkı sağlamaya çalışıyordum.
     Artık babamı hiç göremiyordum. Onun başka bir ülkeye gittiğini duydum.
     Annem eve çok geç gelmeye başlamıştı. Hep çok çalıştığını, çok yorulduğunu söylüyordu. Kendine çeşit çeşit giysiler alıyordu. Çok şık giyinmeye ve süslenme-ye özen gösteriyordu. Yaptığı iş ne acaba diye düşünmeye başlamıştım. O sırada annemin kötü kadın olduğu söylenmeye başladı sokaklarda. Çocuklardan bunu duyuyordum. Bana da ters ters bakmaya başladılar.
     “Annen kötü kadın olmuş” diyen Cafer amcaya kızdım. Bağırdım; “benim annem kötü kadın olamaz”… “Bu akşam seni çalıştığı yere götüreyim, gözlerinle gör istersen” dedi. O akşam birlikte gittik. Kapısında renkli ve değişken ışıklarla “gazino” yazılı bir yerdi o işyeri… Beni içeri koymak istemediler. Ancak, kapı aralığından gözlüyordum. Bir de ne göreyim; annem yarı çıplak bir şekilde insanlar içinde dolaşıyordu. Şaşkına dönmüştüm. Cafer amcayla evin yolunu tuttum. Uyku tutmadı beni bir türlü...
Annem geldiğinde saat 05 oo olmuştu. Beni uyumamış görünce nerdeyse dilini yutacaktı. “Niçin uyumadın oğlum” deyince, ben;
-Artık benim annem değilsin. Çünkü, sen kötü kadınsın, dedim.
-Nasıl konuşuyorsun öyle, ben senin için çalışıyorum, dedi.
-Nasıl çalıştığını gördüm. Yarından itibaren evi tamamen terk ediyorum, dedim.
Söyleyecek bir söz bulamadı. Oturduğu yerde, ellerini başının arasına alarak yüksek sesle ağlamaya başladı.
      Sabah olunca evden ayrıldım. Ayakkabı boyacılığı, hamallık gibi ufak tefek işler yapıyor, bazen arabaların camlarını silip bahşiş alıyor ve yaşamaya çalışıyordum.         Açıldığında okula da gitmeyerek asmıştım tabîi… Sokaklarda  diğer sokak çocuklarıyla dolaşmaya, uygun gördüğümüz yerlerde yatmaya başlamıştım zaten… Kış yaklaşmıştı. Küçük yaşıma rağmen, büyük çile rüzgârının esiri olmuştum. Çektiklerimi burada tek tek size anlatacak ve yüreğinizi yaralayacak değilim.
      Şimdi aradığım ve özlediğim bir şey var; anne, baba ve çocukların bir arada olduğu sıcak bir yuva, az da olsa huzurlu bir ortam….  Hasret kaldığım şey… Ülkemizde benim gibi yuvası bozulan, aynı ortama özlem duyan  nice yavrular  vardır, kim bilir? Aynı şekilde kaybettikleri yavrularını arayan nice anneler, babalar kim bilir?
     Şimdi evlenmek, yuva kurmak isteyen büyüklerime ve tüm anne-babalara  bir çift sözüm olacak;
     -Ne olur eşinizi seçmede titiz olun, evlendikten sonra yuvanıza iyi sahip çıkın, onu asla dağıtmayın! Çocuklarınızı ve eşinizi mutlu edin! Öncelikle çocuklarınızı benim düştüğüm durumlara düşürmeyin!  Yalvarıyorum!

(Bu yazı, 12 yaşındaki bir çocuğun gerçek ifadesidir)
İsmail KARA  

10 Eylül 2012 Pazartesi

Fransa Vazgeçmeyecekmiş

İNKÂR YASASINDAN VAZGEÇMEYECEĞİM
İsmail KARA
Fransa’nın yeni lideri François Hollande ermeni soykırımının inkârına ceza ile ilgili yeni tasarı üzerinde çalışmaların devam ettiğini söyledi. Hollande seçim sözlerine bağlı kalacağına vurgu yaptı. Bilindiği gibi soykırımın varlığını inkâr edenlere bir yıl hapis ve 45 bin euro tazminat cezası öngören tasarı, Ulusal Meclis ve Senato’da Ocak 2012 de kabul edilmiş, ancak Anayasa Mahkemesi, söz konusu tasarının anayasaya aykırı olduğuna karar vermişti.
1.Fransa, varlığını Türklere borçlu:
Fransa Kralı I.François esir düşünce, annesi ağlayarak ve ağıtlar yakarak Kanuni Sultan Süleyman’a başvurdu. Bunun üzerine Osmanlı Sultanı Kanuni, Alman İmparatorunu “Ya François’i serbest bırakırsın, ya da baharda akıncılarımın nal seslerini Berlin sokaklarında duyarsın” diye tehdit etti. Barbaros Hayrettin Paşa da gemileriyle sefere çıkıp, Nice kalesini fethedince istek derhal yerine getirilmiştir (20 Ağustos 1643).
Aksi takdirde, bugün Fransa toprakları Almanya’ya katılacaktı. Buna rağmen Fransa, nedense Türklere karşı hep sinsi ya da açık düşmanca bir tutum izlemiştir. Hani derler ya; “Besle kargayı, oysun gözünü” diye…
2.Fransızlar kendi soykırımlarını göz ardı ediyorlar: 
A) Cezayir Katliamı:  Ahmed Bin Bella'nın da dile getirdiği gibi Fransızlar, insanlara ve Cezayir kültürüne karşı bir soykırım işlemişti: "Cezayir'in yerli halkının büyük bir bölümü Fransız kolonel yönetiminin başlarında yok edilmişti, 1830'da dört milyonun üzerinde, 1890'da ise 2,5 milyon kişi öldürülmüştü. Sistematik soykırım, Cezayir kültürel kimliğinin vahşice ezilmesiyle sürdürüldü. 
B)  Paris Katliamı: Fansız saldırıları sadece Cezayir topraklarında değil, Fransa'nın içinde de devam etti. 1961 yılındaki Paris katliamı buna en canlı örnektir: 17 Ekim tarihinde, Fransız polisi ülkelerinin Fransız koloni yönetiminden bağımsızlığını kazanmasını talep eden silahsız Cezayirli göstericilerin üzerine ateş açtı. Bu saldırıda kaç göstericinin öldüğü hâlâ net değil; ancak tahminler 32 bin ila 200 bin kişi arasında değişiyor. Bu olay, 1999 yılına kadar resmi olarak doğrulanmamıştı. O tarihe kadar tüm Fransız hükümetleri gerçeği saklamışlardı.
Cezayirli yöneticiler, “Fransa, Cezayir'de soykırım yaptı, özür dilesin.” dedikçe; Fransızlar, “Bu işi tarihçilere bırakalım.” yanıtını vermektedir. Aynı Fransa, “Ermeni iddialarını tarihçiler araştırsın.” biçimindeki öneriye karşı çıkarak, sözde Ermeni soykırımını tanıyan yasaları hiç yüzleri bile kızarmadan ulusal meclisinden geçirebilmektedir. Bu çifte standart karşısında sesini yükselten, başta Jean Paul Sartre, Didier Billion olmak üzere kimi Fransız aydınlar ise, Fransa'nın tutumunu, “Cezayir, Fransa'nın tabusudur.” sözleriyle açıklamaktadır. Oysa, yalnızca Cezayir değil, Fransız tarihinin neredeyse tümü Fransa'nın tabusudur.
Fransa'da yaşanan soykırım ve katliamlar da, tarihiyle yüzleşme cesareti olmayan bu ülkede tabudur. “Fransız'ın Fransız'a soykırımı” olarak adlandırılan 1793-1796 Vendée Soykırımı, 24-25 Ağustos 1572 de Saint Barthelemy Katliamı gibi katliamlar da yüz karalarıdır.
C) Vendee Katliamı: Vendee’liler 1789 ihtilali sonrasındaki bazı uygulamalara karşı çıkmışlardır (Özellikle dini açıdan). İş isyana kadar varınca 4 Mart 1793 de başlatılan soykırım ve katliam 23 Aralık 1793’e kadar sürdürülmüştür. 200 binden fazla insanını yok etmiştir. Fransızlar bu soykırımı ta 1999’a kadar saklamaya gayret etmişlerdir. 
D) Saint Barthelemy Katliamı: Adından da anlaşılacağı gibi bu da bir din çatışmasıdır. 24-25 Ağustos 1572 de Protestanların katledilmesi olayına verilen addır. Katliam, Paris ve çevre kentlerde yapıldı.  Kışkırtılan Katolik ve fanatik Parisliler, 2.000 kadar Protestan'ı katlettiler. Daha sonraki günlerde çevre kentlere de sıçrayan katliamda üç hafta içinde 7.000'den fazla Protestan öldürüldü.
Yukarıda değinilen katliamlarda Fransızların, ne kadar insan öldürdüğüne dikkat ediniz.Sözde Osmanlının Ermenilere uyguladığı iddia edilen sahte soykırımda yabancı kaynaklara göre 500 bin civarında ermeni ölmüştür. Oysa ki, ermeniler 2 milyon Osmanlıyı katletmiştir.ABD eski başkanı R.Regan’ın danışmanı Bruce Fein, konuyla ilgili yaptırılan geniş araştırma sonucuna dayalı olarak yaptığı açıklamada dünyaya bunları duyurmuştur.  
Faraza, soykırım diyelim; Osmanlı’ nın yaptığı, Fransa’nın yaptığı soykırımların yanında devede kulak bile olmaz….

31 Ağustos 2012 Cuma

Bu Topraklar Pahalı

BU TOPRAKLAR ÇOK PAHALI

Tarih derslerinde bize Sultan Abdülhamit Han’ı hep olumsuz anlattılar. Sonradan O’nun yaptıklarını olumlu ve olumsuz tüm yönlerini okuyarak daha iyi öğrendim. Yaptığı güzel şeyler için saygı duymaya da başladım.

O hiç sevmediğim Sultan Abdülhamit Han’ı bazı yaptıklarıyla önemsiyor ve seviyorum.

1.Meşrutiyeti kurduktan kısa bir süre sonra, bakıyor ki; milletvekillerinin nerdeyse çoğunluğu azınlıklardan oluşuyor ve bunun için Meclis-i Mebusan’ı feshediyor. (Neden Meclis-i Mebusan’ı feshettiğini tarih derslerinde göstermediler)

2.Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme devrinde olmasına rağmen çok sayıda yeniliğe- ilklere imza atması (Önemli yüksek okulların, hastanelerin açılması, ülkenin demiryollarıyla örülmesi vb.) takdir edilmesi gereken konulardır.

3.Abdülhamit Han’a Yahudiler Thedor Herzl’i elçi olarak gönderip bir teklifte bulundular; “Osmanlı bütçesinin üç katı para verecek ve devletin bütün borcunu ödeyeceğiz. Bize Filistin topraklarını verin!”. 

Fakat Han, Filistin topraklarını vermedi ve şunları söyledi;

Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsuldar kılmıştır. Ecdadımın kanıyla alınan yerler parayla satılamaz”.

Şimdi anladınız mı O’nu neden sevdiğimi…
*

Bugün bu topraklar ise, çok daha kıymetli ve çok daha pahalıdır… Çünkü, başta Çanakkale olmak üzere, İzmir-Ankara arası kanla sulanmıştır. Anadolu’nun çok yerine atalarımızın kanı dökülmüştür. Hem bu yönüyle, hem de doğal güzelliği ve üzerinde yaşayan yüce milletinin asaletiyle;

Bu topraklar çok kıymetli çok daha pahalıdır.

Damarlarında asil Türk kanı taşıyanlar, bunu bilir ve takdir ederler. Başka söz söylemeye gerek var mı?

3 Ağustos 2012 Cuma

ERMENİ MEZALİMİ

TUZLUCA’DA ERMENİ MEZALİMİ
Tuzluca, bugün Iğdır’a bağlı bir ilçedir.
Tuzluca ve çevresi de 1915-1918 yıllarında (e)rmeni mezalimini büyük ölçüde yaşamış bölgelerimizdendir.
Mezalimden geriye kalan toplu mezarların bir çoğu tespitle açılmış; çıkarılan iskeletlerin, belge, fotoğraf ve diğer materyallerin sergilendiği büyük bir anıt yapılarak 5 Ekim 1999 da törenle ziyaretçilere sunulmuştur.
Bu anıtın yerden yüksekliği 43.5 metre olup, 1.3 hektarlık alanda kuruludur.
GEDİKLİ KÖYÜ
Mayıs 2003 de Mısır, Fransa, ve Avusturya’dan katılan yabancı medya mensupları ile gazetecilerimizin katıldığı bir kazıda bu köyde (e)rmenilerin katlettikleri 150 kişiye ait iskelet ortaya çıkarılmıştır.
Bu olayın canlı şahitlerinden Hacı Esat Acar şunları anlatmıştır; “(e)rmeniler köyün etrafını sardı. Benim de içlerinde bulunduğum 70-80 kişiyi bir eve topladılar ve kılıçla doğradılar. Ben de yaralandım ve üzerime cesetler yığıldı. Komşu köylerde bulunan aşiretler imdada gelince (e)rmeniler kaçtılar. İniltim duyulunca beni cesetlerin altından çıkardılar”.
Köyde bir anıt yapılmıştır.
OBA ve HAKMEHMET KÖYLERİ
Oba Köyünde (e)rmenilerce katledilmiş Türklere ait bir toplu mezar olduğu ilk defa Prof.Dr.Enver Konukçu tarafından tespit edilmiş ve 1 Mart 1986 da yapılan kazıda 90’a yakın iskelete ulaşılmıştır. Görgü tanığı bir kişinin ifadesine göre; Oba köyündeki sivil, silahsız ve masum insanların bir kısmını yalan vaatlerle kandırarak ve bir kısmını da zorla toplayan (e)rmeniler onları bir eve doldurup katletmişlerdir. Bu katliamın adı; “Tandır Damı Katliamı” dır.
Evin üst kısmından gaz dökerek ateşe vermişler ve bu masum insanları diri diri yakarak öldürmüşlerdir.
DİĞER KÖYLER
Uzmanlar, yukarıda belirtilen köyler dışında; başka köylerde de henüz açılmamış birçok toplu mezarın olabileceğini belirtmektedirler. Bu köylerin başında da Küllük, Bayraktutan, Necafali, Yaycı, Koçkıran, Kadıkışlak geliyor.
Zamanla bu köylerde de yapılacak kazılarla (e)rmenilerin yaptığı katliamlara ilişkin bazı toplu mezarların ortaya çıkacağına inanılıyor.
SONUÇ:
Tuzluca’da ortaya çıkarılan (e)rmeni katliamına ait toplu mezarlar; ne ilk, ne de sondur. Bilindiği üzere Erzurum, Kars, Ardahan, Bitlis, Van ve Giresun gibi; Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yapılan kazılarda birçok toplu mezar bulunmuştur.
Ermeni diasporasının yıllardan beri, “Türkler Anadolu’da (e)rmeni katliamı yaptılar” iddiası doğru değildir. ABD Başkanı Regan’ın danışmanlarından Bruce Fein’in belirttiği gibi aksine onlar katliam yapmış, 2 milyon Osmanlıyı hunharca öldürmüşlerdir. Buna karşılık (e)rmenilerin kaybı sadece 500 bindir.
Şimdi soruyorum; Anadolu’da (e)rmeni katliamına ait çok sayıda toplu mezar bulunmuşken; Osmanlı’nın (e)rmenileri öldürüp doldurduğu bir toplu mezar bulunmuş mudur?
Eğer böyle bir şey olsa idi, onlar çoktan kıyameti koparırlardı. Değil mi?

15 Temmuz 2012 Pazar

Trafik Meydan Muharebesi

TRAFİK MEYDAN MUHAREBESİ
                                                                                              İsmail KARA
      Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi trafik, trafik olaylarıdır. Trafikte adeta bir terör esmekte ve her yıl 7.000 civarında insanımız ölmekte, 150.000 den fazla insanımız yaralanmaktadır. Trilyonlarca da maddi hasar oluşmaktadır. Bu bir vahşettir ve önüne bir türlü geçilememektedir.
      Olaylar başta sürücülerin trafik kurallarına uymamalarından meydana gelmektedir. İhlal edilen başlıca kurallar; hatalı sollama, alkollü ve uykusuz araç kullanma, trafik işaret ve lambalarına riayet etmeme fiillerinden kaynaklanmaktadır.
      Dikkat ederseniz “olay” diyorum. Olay ile kaza tamamen farklı şeylerdir. Kaza, sözlüklere bakıldığında “Kimsenin el, ayak ve iradesi olmaksızın meydana gelen, can ve mal kaybına veya zarara sebep olan kötü olay” ve benzeri şekillerde tanımlanmaktadır. Oysa ki, trafik olaylarının % 95’i kişilerin el, ayak ve iradesine dayalı olarak, sadece % 5’lik kısmı ise bu tanımın dışında (yol arızaları, teknik nedenlerle vb.) meydana gelmektedir.
      Uzmanlar olay anında ölenlerin % 50’si kadar da, yaralananlardan bilâhare öldüğünü tespit etmişlerdir.

      Şimdi de şu istatistiki bilgilere göz atalım;

1)      1980-1999 yirmi yıllık döneminde,

Olay sayısı          :  3.482.367
Ölü sayısı            :  115.433 +(%50=)57.711=173.144
Yaralı sayısı        :  1.579.575
Maddi hasar        :  2.285.097.881 ABD doları...

2)      2000-2011 oniki yıllık döneminde ,

Olay sayısı          :  8.888.458
Ölü sayısı            :  53.098 + (%50=)26.546=79.638
Yaralı sayısı        :  1.970.282
     
      Yukarıdaki tabloda ortaya çıkan 32 yıllık verileri birleştirdiğimizde meydana gelen olay sayısı 12.370.825, ölü sayısı 168.525 (bunun %50’si, sonradan ölen yaralıları eklersek ölü sayısı 252.782 eder), yaralı sayısı 3.549.857 olmaktadır.
      Tablo 1.de maddi hasarı da görüyoruz ki, oldukça yüksek bir rakam… Tablo 2.de bu bilgiyi sunamadık.
      Çanakkale Savaşlarındaki şehitlerimizin sayısı 250-253.000 kişi olarak belirtilmektedir. O halde, 32 yıllık “Trafik Meydan Muharebeleri” nde de bir o kadar kişi ölmüştür. İş gücü ve ekonomik kaybımızı ölçmek mümkün değildir.
      Bu tespitler, olay anı tespitleridir. Yaralananların ne kadarı ömür boyu sakat kalmıştır? Ne kadarı olayı takiben ölmüştür? Bunlar hakkında da ortada kesin bilgiler yoktur. Ülkemizde bulunduğu söylenen 9 milyon engelli içinde, trafik olayları nedeniyle engelli duruma düşenlerin sayıca bir hayli yüksek olduğu kanaatindeyim. Öte yandan öksüz ve yetim kalan çocukların, yuvası dağılan, yıkılan ailelerin sayılarını tespit etmek de mümkün değil…
      Değerli okurlar, görüyorsunuz on yılda, yirmi yılda bazı kentlerin nüfusu kadar insanımız trafiğe kurban gidiyor. Şimdi şu soruyu sormak lâzım; hangi savaşlarda bu kadar insan ölmüştür? Yazıktır, günahtır. Yazımın başlığını sanıyorum onaylarsınız.
      Çıkar uğruna yeterli olmayan kişilere sürücü ehliyeti verilmesi, verenleri vebal altında bırakır. Hatalı araç kullanan, sebep olduğu olayla bir veya bir çok kişiyi can ve mal kaybına uğratan sürücüler vebal altındadır. Hatta KATİL durumuna düşmektedirler.
      Lütfen kendimize, aracımıza; hele hele bir başkasına zarar vermemek, katil durumuna düşmemek için azamî gayret edelim. Trafik kurallarına mutlaka uyalım. Her kural, belli deneyimler sonucu oluşmuştur, unutmayalım.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Platon...

EFLATUN (PLATON)’DAN İNCİLER;
Eflatun, diğer adıyla Platon MÖ . 427 - 347 yıllarında yaşamış bir filozof ve sosyologdur. 
Yaşadığı yıllarda söylediği ve halâ güncelliğini koruyan, ders alınması gereken pek çok sözleriyle tüm dünyanın unutulmazları arasındadır. 
Aşağıda, O’nun inci gibi değerli sözlerinden bazılarını sunuyorum.
***
*Doğru düşünce, bilgidir.
*Bilginin elde edilmesi, bizi iyiye ulaştırır.
*Mutluluk bilgi ile kazanılır.
*Terbiyenin gayesi, insanlarda bulunan yetenekleri geliştirmektir.
*Sorgulanmayan bir hayat, yaşanmaya değmez.
*Cesaret, tehlike karşısında akıl ve zekânın kullanılmasıdır.
*İnsanın kendini fethetmesi, zaferlerin en büyüğüdür.
*Bilge insanlar konuşurlar, çünkü söyleyecek bir şeyleri vardır. Aptal insanlar konuşurlar, çünkü bir şey söylemek zorundadırlar.
*Dost hem iyi görünen, hem de iyi olan insandır.
*Öğretmenlik, her şeyden önce bir Tanrı sanatıdır.
*Nefsinin öğretmeni, vicdanının öğrencisi ol!...
*Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.
*Kendini idare etmesini bilmeyenler, kendi yurttaşlarını yönetmek iddiasında bulunamazlar.
*İktidar, iktidara düşkün olmayan ve iktidardan gelecek yararlara ihtiyacı bulunmayanlara verilmelidir.
*Karanlıktan korkan bir çocuğu affedebiliriz. Hayattaki gerçek trajedi, yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır.
*Boş bir kafa şeytanın çalışma odasıdır.
*Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.
Derleyen: İsmail KARA

25 Haziran 2012 Pazartesi

ŞAİRİN ÖLÜMÜ – 1

Ahmet Tufan ŞENTÜRK
ARKAMDAN
Nasıl olsa yolun sonu göründü
Aceleye, telaş etmeye gerek yok
Alın, neyim varsa sizlerin olsun
Dünya malında gözüm yok….
*
Nasıl olsa bir gün ölüm gelecek
Hangi haldeyken bulacak beni?
Şöyle elim tutar, gözüm görürken
Bekliyorum gelmesini….
*
İstemem gözyaşı, acı ve tasa
Mevsimlerden bahar olsun isterim
Güneşli, güzel bir günde
Kim duyarsa, kim severse, kim isterse
Gönülden gelsin gelirse…
***
Şair Ahmet Tufan Şentürk, “Arkamdan” adlı şiirde, ölümü konusunda bu dizeleri
yazıyordu. “Nasıl olsa bir gün ölüm gelecek/ Şöyle elim tutar, gözüm görürken/
Bekliyorum gelmesini”.. diyor ve devam ediyordu; “Mevsimlerden bahar olsun
İsterim/ Güneşli, güzel bir günde”…
Dediği gibi de oldu. 2005 yılının bahar mevsiminde; 9 Mayıs da geldi ölüm. “Kim
duyarsa, kim severse, kim isterse/ Gönülden gelsin gelirse” demişti ya… Bence
öyle de oldu. Son yolculuğunda bulunanların büyük çoğunluğu, O’nu gerçekten
sevenlerdi, kendi gönülleriyle gelenlerdi.
Ben O’nunla 1964 de Maliye Okulu öğrencisi iken, Mehmet Çınarlı hocamın
sayesinde tanıştım. Tanışmamızdan sonra bana hep el ver verdi. Şiirlerimi inceledi.
Önerilerde bulundu. Bir sanat dergisinde ilk kez şiirlerimin yayınlanmasını sağladı.
İlk şiir kitabımı da yine O’nun önerisiyle çıkardım. Bana “Artık bir kitabın olsun.
Hayvan ölür semeri, insan ölür eseri kalır demişler” dedi ve bildiği bir matbaaya da
telefon ederek gönderdi. Giderek ben O’na “baba” demeye başladım.
Görevim gereği Ankara’dan ayrı kaldığım zamanlarda da yazıştık. 1985 de Ankara’
ya tekrar dönmemden sonra daha sık görüşmeye başladık.
1976 da çok sevdiği ve âşık olarak evlendiği Fahriye Gökçen Şentürk hanımefendiyi
kaybedince büyük bir sarsıntı geçirdi. Bir süre sonra “akciğer kanseri” oldu. Fakat O,
doktorların tavsiyelerine noksansız uyarak, ilaçlarını muntazam kullanarak; zaferi
kazandı ve kanseri yendi. Bir gün kontrola gidip, “bravo, bir sorun kalmamış” dendiğinde
bunu ilkin bana telefonla bildirdi (kendi söylemişti). Ben de sevincimden gözyaşlarımı
tutamadım o an…
Hatta, hasta olduğu dönemde bir şiir yazarak adeta ölüme meydan okur. “Ölmeyeceğim”
adlı bu şiirini şöyle sonlandırır;
“Sevgi tohumları ektim evrene
Susuz yağmursuz da kalsa yeşerteceğim
Sevmek, sevilmek, yaşamak varken
Dövüşmek, ölmek, öldürmek niye?
Küslüğün yerine barış
Korkunun yerine güven
Yüreklerden tüm kötülükleri sileceğim
Göreceğim, duyacağım, seveceğim
Öldürseler bile ölmeyeceğim,
Ölmeyeceğim, ölmeyeceğim”.
Hani şairin biri demiş ya; “Ölmeden evvel, bin kez ölür kişi” diye… Tufan Baba da
öbür dünyanın kapısına kadar varıp, geriye dönmüştü. Bu, benim bildiğim. Kimbilir,
başka gidip-gelmelerinin olmadığını?..
Ama O, hayata hep ümitle bakarken; ölümden de yılmazdı;
“Bir durak ilerde, veya geride
Değil mi ki bu yol sona erecek
Telaş etmeğe değer mi
Değer mi bu gerçek…” derken,
Bir başka şiirini de şöyle bitiriyordu;
“Tufan korkma ölümden
Her doğan ölecek bir gün
İnsan olarak geldin sen
İnsan olarak git bir gün”.
Bir başka şiirinde ise bir yandan ölümü, bir yandan da kalanları düşünmüştü;
“Haset etmem siz kaldınız diye geride
Gözbebeklerime bakın anlarsınız
Kaç defa öldürmek istediniz, işte öldüm
Niye ağlarsınız?
Evreni tümüyle size bıraktım
Ayrılmayın malınızdan, canınızdan
Boş kalmasın yüksek makamlarınız
Niye ağlarsınız?
Şairimiz tok gözlüdür. Dünya malında gözü yoktur. Aynı zamanda hep hesabını bilen
kişi olmuştur. Evine gittiğim zamanlarda bazen bana da ekonomik öğütlerde bulunurdu.
Hep hesaplı olmamı isterdi. Arkadaşlarım Mustafa Ceylan’ı ve İsa Kayacan’ı da örnek
gösterip, tutumsuz olduğumuzu söylerdi. Derdi ki, “Kayacan, şimdiye kadar ödediği
posta paralarıyla rahat bir daire alabilirdi”.
Tufan Baba’yı manevi evlâtları unutmuyor. Ölüm yıl dönümünde  toplantılar
düzenleyerek anmaktalar. 2011’e kadar Kayacan buna önderlik etmişti. Son yılda da
şair Ulviye Savtur bunu gerçekleştirdi. Bir kere daha rahmetle anıyorum.
İsmail KARA

21 Haziran 2012 Perşembe

TAHİR KUTSİ MAKAL

TAHİR KUTSİ MAKAL (1937 – 15.06.1999)
15 Haziran ölüm yıl dönümünde anıyoruz.
Türk Edebiyatının dev isimlerinden Makal, 1937 de Acıpayam’da doğdu. 15.06.1999 da İstanbul’da öldü. Denizli’de liseyi bitirdikten sonra İstanbul’da gazetecilik eğitimi aldı. Denizli Tan, Yeni Gazete, Dünya, Vatan, Ekspres, Tasvir, Son Havadis, Hergün, Ortadoğu, Güneş ve Sabah gazetelerinde muhabir, haber müdürü, yazar, sekreter, yazıişleri müdürü ve genel yayın müdürü olarak görev yaptı. Petek, Yelken, Maya, İnanç, Tarla dergilerini yönetti. Birçok ödül aldı. Bunlardan en önemlileri şunlardır; 1962-1963 de yayınlanan “İç Göç” adlı dizi röportajı ile “Yılın Gazetecisi” seçildi. “Kamyon” adlı romanıyla Peyami Safa Roman Ödülüne lâyık görüldü. Ayrıca “Karadon” adlı kitabıyla da T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı “Öykü Ödülü”nü kazandı. İnönü Üniversitesi tarafından da “Fahri Doktora” unvanıyla ödüllendirildi.
Evli ve dört çocuk babası Dr. Tahir Kutsi Makal, ölmeden önce Ortadoğu Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğünü yapmaktaydı.
Eserleri; Fakir İşi, İç Göç, Acı Yol, Köylü Gözüyle Avrupa, Anadolu’da Türk Mühürü, Meydan Dayağı, Delitay, Kamyon, Al Kırbayı Eline, Benim Benim O Benim, Karadon, Babanız Yine Âşık Çocuklar, Öpkü adlarını taşıyan şiir, öykü, roman, araştırma ve inceleme eserleri vardır.
Ölüm yıldönümünde O’nu anmakla şahsına ve Türk Edebiyatına karşı bir vefa borcumuzu yerine getirdiğimiz inancındayım. Ruhu daima şad olsun.

Makal’ın en sevilen şiirlerindem biri “Sohbet” adını taşıyor;
Babanız yine âşık çocuklar
Yüzünün gülüşü ondan
Erken gelişi ondan
Ve bu sefer iş berbat
Babanız yine âşık çocuklar
*
Duyurmayın ananıza, utanırım
Döğüş-kavga çıkarır, onu iyi tanırım
Sizi asar, beni keser, surat asar, surat!
Azar köftesi gelir sofraya, surat çorbası konur
Bırakın yüzüm gülsün ne olur
Bırakın hızlı çarpsın yüreğim
Bırakın bir daha âşık olayım
Bırakın erken öleyim
Duyurmayın ananıza, utanırım
Babanız yine âşık çocuklar.
*
Çok beğendiğimiz şiirlerinden birisini daha paylaşmak istiyorum üstadın;
EKSİK TAMAMLANDI
Yunus bize gel eyledi
Vara vara âşka vardık
Bu âşk bizi del’eyledi
Dura dura âşka vardık.
*
Dervişlerin hırkasını
Sevgilerin en hasını
Âşkın yedi belâsını
Sora sora âşka vardık.
*
Mevlâm bizleri kayıra
Düze, ovaya, bayıra
Bütün işleri hayıra
Yora yora âşka vardık.
*
Yunus önde, biz arkada
Hiç keramet yok hırkada
Şerlerin hepsi korkuda
Vura vura âşka vardık.   

14 Haziran 2012 Perşembe

kolay değil!....

LİDERLİK 
KOLAY 
DEĞİLDİR!...

İsmail KARA
Liderlik, kolay bir şey değildir. Alışkanlık olsa gerek, bazı kuruluşların, özellikle de siyasal partilerin başkanlarına hemen bu sıfatı yapıştıranlar oluyor; “Lider”…
Oysa ki liderlik; bir kurum ya da kuruluşun en başında olmak değildir.
Bulunduğu kuruluşta farklılaşan, yaptıklarıyla, örnek davranışlarıyla öne çıkan ve arkasından diğer insanları da çekebilen insandır lider…
Liderlik; öncelikle insanları iyi anlamak, onları dinlemek, sorunları ve beklentileriyle ilgilenmek ve bunlara çözüm üretecek kapasitede olunduğunu göstermek, ispatlamaktır.
İyi bir lider, insanları yönlendirmekle birlikte, her yönüyle onlara örnek olmalıdır.
Bir yazar da liderliği şöyle betimlemiş; “Liderlik; insanları peşinden götürebilme ve onlardan istediği şeyleri kendi istekleri ve işbirliği ile yaptırabilme sanatıdır.
Kişileri sınıflandırma, özendirme, esin verme ve amaç-hedef belirleme yeteneği ve becerisidir.
Kısacası lider başkalarını etkileyebilen, nereye, nasıl gidileceğini gösteren, hedef ve misyon koyan bir kişidir”. (Erdal Erdoğdu)
Liderlik, güç ve aklın birleşimiyle oluşturulur.
Liderlikte güven, adım adım kazanılır. Fakat bir kez zedelendiğinde o güven duvarı birden çöküp, yerle bir olabilir.
Zayıf liderler saygı beklerken, güçlü liderler saygıyı kazanırlar.
Başarılı liderler; doğru zamanda, doğru amaçla, doğru hareketi yaparlar.Yalan yanlış bilgiler vermesi ve bunların ortaya çıkması ise bir lider için güç kaybıdır.
*
İyi bir liderde olması gereken özellikler;
1.İyi bir lider, özgüven sahibidir.Yeniliklere daima açık olan bir değişim mühendisidir.
2.Tutarlı bir kişilikle vizyon ve misyon oluşturur.
3.Alçak gönüllü ve samimidir.
4.Canlı ve yaratıcı bir zekâya sahiptir, çok çalışkandır. Hedefe ve amaca iyi odaklanır.
5.Sağduyu sahibidir. İnsanlarla iyi iletişim kurar. Karşısındakileri iyi dinler.
   Herkese değer verir ve davranışlarıyla örnektir.
6.Akıllı elemanlarla çalışır. Başarılarında onları ödüllendirir.
7.Strateji bilincine ve öngörü yeteneğine sahiptir.Gelişmeyi teşvik ve motive edici bir hava yaratır.
8.Entellektüel ve sorgulayıcıdır. Hatalardan daima ders çıkarır ve hata yapmaz.
9.Karizmaya sahiptir. Söz ve davranışları uyum içindedir. Dirayetlidir.
10.Lider, bunların yanı sıra “sosyal kalite” sahibi olmalıdır.
*
Not; Bunu biliyor musunuz?
ABD’de Brown Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Arnold Ludwig; geliştirdiği bir metedoloji sonucunda; Atatürk’ün 20.Yüzyılın en büyük siyasî lideri olduğunu ortaya koydu.

9 Haziran 2012 Cumartesi

kötülüklerin ana'sı?.....

SEVGİSİZLİK;
KÖTÜLÜKLERİN ANASIDIR

Sevgidir her şeyin başı / O’nu her yere taşı” (İsmail Kara)

Yazar Ataol Behramoğlu bir şiirinde şöyle diyor;

Bütün insanları dostun bil,
Sevginin ürünüdür insan,
Nefretin değil…
Zulmün önünde dimdik tut
Onurunu,
Sevginin önünde eğil!..

Bana göre sevgi aynı zamanda sıcaklık, yakınlık demektir. Uzun kış boyunca güneşi doğru dürüst görmemiş olan toprağın bile ilkbaharda güneş ananın verdiği sıcaklık ve yakınlık ile yüzü güler. Her yan yeşillenir, ağaçlar çiçeklenir. Doğa renklenir.
İnsan sevgisi de güneş gibidir. Çocukların yüzü sevgiyle şenlenir.
Onlar da sevgiyle yürür, sevgiyle büyürler. Sevgi daima insanları birbirine yaklaştırır. Sevginin itici değil, çekici bir gücü vardır. Görülüyor ki, sevgi aynı zamanda bambaşka bir enerjidir, enerji kaynağıdır.
Bu enerji, insan olmayan diğer varlıkları bile etkisi altına alabilir, alır. Onunla nice hayvanlar eğitilir. Hatta papağan gibi, muhabbet kuşu gibi kuşlara az da olsa konuşma öğretilir. Bunları görüyor, biliyorsunuz.
Ya çiçeklere ne demeli? Çiçeklerin bile çoğu yerde gösterilen sevgi ile geliştiğini, açtığını bilenimiz ise oldukça azdır.
Özetle sevgi, iyi bir enerjidir, iyi bir enerji kaynağıdır. Bunun için de sevginin olduğu her yerde, her şeyde olumsuzluk diye bir şey yoktur. Aksine huzur vardır.
Ya sevgisizlik? İşte bu tüm dünyada kötülüklerin anasıdır. Eğer bir insan doğayı, hayvanları, insanları seviyorsa; onlara kötülük yapmaz, yapamaz. Eğer sevmiyorsa; her türlü kötülük beklenebilir. Üstelik vereceği zararla kâr bekliyorsa ki, bu daha da beter.
İnsanlar arasındaki güvensizlik ve huzursuzluğun kaynağı sevgisizliktir. Hatta dünyada yapılmış ve yapılmakta olan savaşlar dahi bu yüzdendir.
Bir toplumun düşmanları; o toplumdaki huzuru yok etmek, insanları arasında kin ve nefret duyguları saçmak; kısacası kaleyi içten çökertmek istiyorlarsa, sevgiyi azaltıp, sevgisizliği körüklemeye, pompalamaya gayret ederler.
Çeşitli şekillerde ayrıştırabilecek etkenleri, sürekli ön plâna çıkarmak isterler.
O toplumdaki insanları birbirine bağlayan, kenetleyen diğer unsurları ezmeye çalışırlar.
Bu tür uygulamalar, tarih boyunca Türklere karşı da yapılmıştır. Son zamandaki durumumuzu irdeleyenler, bunu daha da iyi anlayacaklardır….

Önce sevgimizi aldılar elimizden,
Sonra soğutmaya çalıştılar bizi bizden…

İsmail KARA   

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Bağımsızlık

BAĞIMSIZLIK
---“Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir” Atatürk
   Bağımsızlık; bu toplumlar için çok önemli bir durumdur ve Atatürk ilkeleri içinde de en önde gelen bir ilkedir. Kurtuluş Savaşımız da bu önemli ilkenin gerçekleştirilmesi için yapılmış ve zafere ulaşılmıştır. Türk milletinin onurlu bir millet olarak yaşaması ancak; hürriyet ve bağımsızlığa sahip olmasıyla sağlanabilirdi. Ulu önder Atatürk işte bu anlayışla “Ya istiklâl ya ölüm” demiştir.
    Tam bağımsızlık, Atatürk’ün anlatımı ile “siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve serbestlik demektir. Bunların her hangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasıyla bütün bağımsızlıktan mahrumiyetini ifade eder”. Bağımsız devletlerdir ki, memleketlerinin iç ve dış siyasetlerini, yabancıların karışmasına imkân vermeden yürütebilirler. Dışa bağımlı devletler için böyle bir serbestlik söz konusu olamaz.
     Atatürk, Türk bağımsızlık mücadelesinde, bu ilkenin önemini şu sözleriyle belirtmiştir;
“Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu, bütün mânasıyla koruyabilmek, gerekirse son ferdinin son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı bir örnekle süslemek! İşte bağımsızlık ile hürriyetin gerçek mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez prensip…”.
     Bağımsızlıktan mahrum milletler, ne kadar zengin ve ne kadar refah içinde olursa olsunlar
zaman zaman uşak muamelesi görebilirler.
     Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği kabul etmekten başka bir şey değildir.
     Bir sözünde der ki; “Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir”.
     Bağımsız kalabilmenin şartlarından biri, hiç şüphesiz ki ekonomik yönden de güçlü olmaktır. İzmir’de “İktisat Kongreleri” de düzenleyen Ulu Önder; “Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin hür, bağımsız, daima kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük güç dizisine dayanmaktadır; Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına  bir servet olan coğrafi durumu; ve bir de Türk milletinin, silâh kadar, makine da tutmaya yaraşan kudretli eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştirir kahramanlıkla beliren, yüksek sosyal benlik duygusu” demiştir. Bir başka sözü ise aynen şöyledir; “Yeni Türkiye devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye devleti bir ekonomik devlet olacaktır”.
      Atatürk, emanetlerinin ve bağımsızlığımızın korunmasında Türk gençliğine büyük bir güven duymuştur. Demiştir ki;
-“Bütün ümidim gençliktedir”.
-“Gençlik geleceğin ışığıdır”.
-“Gençler, siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız”.
-“Biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki, hiçbir şeyi unutmayacaktır. Gelecek umudunun ışıklı çiçekleri onlardır”.
Gerçekten de dediğini uygulamış, “Ey Türk Gençliği” diye başlayan hitabesinde bunu daha net bir şekilde ifade etmiştir.
Türk gençliği, emanetlerin sahipliğini ve kendisine verilen görevleri unutmayacaktır.

İsmail KARA

17 Mayıs 2012 Perşembe

Ey Büyük Ordu (1)

EY BÜYÜK ORDU (1)

Sen ki, tarihlere sığmazdın,
Bugüne dek,
Tüm dünyaya örnek,
Nice destanlar yazdın! 
*
Ama bugün içten ve dıştan
Bağlamaya çalışıyorlar kollarını,
Türlü barikatlarla,
Kesmeye çalışıyorlar yollarını…
*
Bir yanda Ermenilere kurdurulan,
Aldıkları desteklerle kuduran,
pekeke soysuzlarına
Azar azar vurdurulan
*
Ey ülkemin baş tacı!
Her gün düşüyor sol yanıma
Büyük bir acı…
Kıvranıyor, kıvranıyorum,
Ben, bu acılara dayanamıyorum.
*
Nerede dünyanın
Hak-hukuk bilen (!) ülkeleri?
Nerede söyleyin
İnsanlığın ilkeleri?
*
Hangi çağı yaşıyor dünya?
Hangi çağda kaldı insanlık?
Kim verebilir hesabını
Şu çağda dökülen kanların?
Her gün bir avuç çıkara
Yok edilen canların…
*
Yeter,
Ey dünyanın ileri gelenleri(!)
Varsa azıcık insafınız,
Şöyle bir düşünüp, durun!
Akan kanları, giden canları
Bir an önce,
Bir an önce durdurun!
*
İsmail KARA (18.05.2012)

12 Mayıs 2012 Cumartesi

BİR "KONGRE" HABERİ!.........

AGİKAD’IN OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISI YAPILDI
Divan Başkanı: İsmail KARA, Kâtip Üyeler: Hayriye MUTLU  ve  Şebnem ÇALLI
AGİKAD (Ankara Girişimci Kadınlar Derneği)’nin 6.Olağan Genel Kurul Toplantısı 10 Mayıs 1012 günü Dernek Merkezinde yapıldı. Yoklama ve açılıştan sonra yazılı verilen bir önergenin oylanmasıyla Divan oluşturuldu.
Divan Başkanlığına İsmail Kara, Divan Kâtipliklerine de Hayriye Mutlu ve Şebnem Çallı oybirliği ile seçildiler.
Divan Başkanlığa verilen bir önerge ile gündemin 6.maddesinden sonra bir madde eklenmesi,sonraki madde numaralarının birer kaydırılması istendi.
Öneri konuları da açıklandı ve oylamaya sunuldu. İstenilen tüzük değişikliği
oybirliği ile kabul edildi. Yönetim ve denetim kurulu raporları okundu. Raporlar üzerinde konuşmak isteyen olmadı ve ardından yönetim ve denetim kurulları ile
okunan raporların ibrası oylandı ve oybirliği ile ibra edildi.
Gündemin seçimler maddesine geçildi. Yönetim ve denetim kurulları için asil ve yedek üyelerin isimlerini kapsayan dört imzalı bir önerge verildi. Divan Başkanı
önergeyi okudu ve üyelere sordu; “Başka önerisi olan var mı veya kendi istek ve arzusu ile bu kurullarda görev almak isteyen var mı?”. Soruya cevap çıkmayınca
önerge oylamaya sunuldu. Oybirliği ile listede yazılı isimler kurullara seçilmiş oldular. Buna göre yeni yönetim kurulunda görev alan kişilerin isimleri şöyledir;
1.İnsaf KILIÇ,
2.Nesrin YAŞAR,
3.Şükran KİTİŞ,
4.Selma ERGEN,
5.N.Tomris YALÇINKAYA,
6.Hülya GÖKÇER,
7.Emine ÇETİN,
8.Yeşim Reyhan OHRİ,
9.Müberra DİLEK.
Seçimlerin ardından gündemin dilek ve temenniler bölümüne geçildi. İnsaf Kılıç söz alarak, derneğe az veya çok hizmeti geçen tüm üyelere ve birlikte çalıştığı önceki dönemlerdeki tüm yönetim kurulu arkadaşlarına teşekkür ederek, yeni kurullara seçilen arkadaşlara başarılar diledi. Ayrıca bir mesaj sundu; “Lütfen bizleri yalnız bırakmayın! Hep birlikte daha iyi ve daha güçlü bir şekilde çok şey başaracağımıza inanıyorum” dedi.