7 Kasım 2015 Cumartesi

Sinema filmleri ve televizyon dizilerini izlerken bir şey dikkatimi çekiyor; ana tema kötülük…

     YAŞASIN KÖTÜLÜK
                                                                                  İsmail KARA
       Sinema filmleri ve televizyon dizilerini izlerken bir şey dikkatimi çekiyor; ana tema kötülük…
       Kötülük ve şiddetin ibresi, bazen o kadar yüksek oluyor ki deme gitsin. Bu sabah TV kanalının birinde eski bir film izledim. Ağanın kızı ile çiftliğin şoförü birbirlerine aşık… Lakin, ağa şoförüne kızını vermeye bir türlü yanaşmadığı gibi, onu sürekli aşağılıyor, hakaretlerde bulunuyor. Hatta dövüyor. Sonunda şoför orayı terk ediyor.
       İstanbul’a giden şoför, orada ünlü bir ses sanatkârı oluyor. Istırapla yaşamaya devam ediyor.
       Bu arada ağa çiftliğe yeni bir ziraat mühendisi almıştı ki, giderek amacı da kızıyla ziraat mühendisini evlendirmeye dönüşüyor.
       Düğün sırasında mühendis, kızın aslında o şoföre aşık olduğunu öğrenince ağaya fena çıkışıyor ve evlenmeyi de reddediyor. Üstelik, genç kız ile o sevgilisini buluşturmaya gayret ediyor.
       Fakat, genç kız arabasına binip süratle giderken kaza yapıyor. Sevgili bunu öğrenince tezelden gelerek kızı hastanede ziyaret ediyor.
       Uzatmayalım, sonuç iyi gibi olsa da; film duygusal izleyicilere de ıstırap yaşatıyor.
       Bu sadece bir örnek...
       Sinema sektöründe çalışanlar, insanlar izlerken onlara mutluluk yaşatacak filmler ve dizi filmler yapmayı sanırım pek de düşünmüyorlar.
       Kurgularını şiddet ve kötülük üstüne kuruyorlar.
     “Yaşasın kötülük!”…
       Üstelik, şiddet ve kötülükle dolu bu film ve dizi filmlere devletimizce de çoğu kez maddi destek sağlanıyor.
       Öte yandan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ise kadınlara ve de çocuklara karşı şiddeti önlemeye çalışmalar yapıyor.
       İnsanımız, sürekli şiddet ve kötülüklerle dolu sinema filmi ve dizi filmler izlerken; bu nasıl olacak?.. Genç nesil, hangi yöne yönlenecek?
       Bana bir Allah’ın kulu çıkıp da “İyi oluyor, iyi yöne yönlendiriyoruz” diyebilecek mi?
       Dostlar, toplumun geleceği için daima iyi şeyler düşünmek, iyi şeyler yapmak; “İnsanî görev” lerdendir.
       İnsanî görevlerimizi hep ön planda tutmalı, şiddete ve kötülüğe giden tüm yolları kapatmaya çalışmalıyız.
       Bir şair ve yazar olarak benim düşüncem budur.

14 Ağustos 2015 Cuma

YABANCI SERMAYE

YABANCI SERMAYE
                                                                                     İsmail KARA
       Sermaye=para, dünyada hiçbir sınır tanımıyor artık. Her ülkeye rahatça girebiliyor, giriyor.
       Globalleşme/küreselleşme süreci başladı ve başta ekonomik yönden geri kalmış ülkelere batı sermayesi rahatça yayıldı.
       Söz konusu ülkeler de ekonomilerini geliştirebilmek için küresel sermayeye kucak açmak zorunda kaldı.
       Türkiye de bu ülkelerden biri…
       Öncelikle devlet tarafından yapılan özelleştirme sırasında yabancı sermaye önemli ölçülerde ülkemizde bir hayli yer aldı. Sonradan sonraya daha da bu yeri genişletti. Şöyle ki, 30.06.2006 tarihine kadar ülkede tam 13.340 yabancı sermayeli şirket oldu.
       Yabancı sermaye, bazı yatırımlar açısından ülke kalkınmasında olumlu sonuçlar doğuruyor. Bu sermayenin, üretim alanında büyük rol oynaması kaydıyla… Bir kaynakta ülkedeki yabancı sermayenin %53’ ünün imalat sektöründe yer aldığı iddia ediliyor ama, bu belli bir tarih için verilen bir orandır. Durum, bugün için nedir? Bilemiyoruz. Çünkü, yeni bir araştırmaya rastlamadık.
       Fakat, biz genelde bir tüketim toplumuyuz. Yabancı sermaye daha çok bu yönümüzden yararlanıyor. Diğer ülkelerde üretilen ürünleri getirip ülkemizde satıyorlar. Yani, ülkemiz onların bir nevi pazar yeri oluyor. Her yıl kârlarını da önemli ölçüde kendi ülkelerine taşıyorlar.
       Kimse babasının ya da hayır kurumlarının hayrına çalışmaz. Hani bir lâf var ya “Bal tutan, parmağını yalar” diye…
       Yapılan açıklamalara göre yabancı şirketler kârlarından resmî yollarla 2013 yılında 13,5 milyar doları, 2014 yılında da 13 milyar doları kendi ülkelerine transfer ettiler. Resmiyet dışında kalan transferler de var ama bunları rakamsal olarak netleştirmek mümkün olmuyor.
       Gönül isterdi ki, bir ülke olarak kendi kaynaklarımızı çok iyi işletip, başkalarının kredilerine, paralarına ihtiyaç duymadan kendi yağımızla kavrulabilseydik, hatta kalkınmış ülkeler kervanına katılabilseydik.
       Ekonomik yönden gelişmiş ülke, güçlü ülkedir.
       Şimdi, Nazım Hikmet’in bir sözü geldi aklıma; “Yabancı sermaye içeri, özgürlük dışarı” diyordu.
       Bu sözün ışığında bugün şunu da söylemek mümkündür;
       “Yabancı sermaye, ulusalcılığı da kısmen sindirmiştir”.
       Konuyu uzatmak mümkün ama bu günlük sözlerimi noktalıyorum. Bir başka yazımızda yabancı sermaye konusunu tekrar işleyebiliriz.
       Şimdilik hoşça kalın!
                            18.08.2015
        

11 Ağustos 2015 Salı

DÜNYADA SAVURGANLIK

      DÜNYADA SAVURGANLIK
                                                                  İsmail KARA
         Dünyada insanlar, birçok konuda aşırı ve gereksiz harcama yapıyor.
         Ayrıca bencillik duygusu, insancıl duyguların da önüne geçiyor.
         Hep “ben” diyor da insanoğlu, “biz” demekten kaçınıyor. Küçücük çıkarlar için diğer insanları kırmaktan, üzmekten, ezmekten bile çoğu zaman çekinmiyor. Oysa ki, teknik ve bilimsel alanlarda o kadar büyük ilerleme kaydedilmiş. Buna paralel olarak insanî alanda da büyük gelişmeler olmalıydı diye düşünüyorum. Şu çağda bırakın savaşları, hiçbir yerde hiçbir zaman kavga bile olmamalı…
         Her yerde herkes, birbiriyle dostça, kardeşçe geçinmeli…
         Gelir dağılımı adil olmalı, hiç kimse aç açık kalmamalı.
         Dünyanın hiçbir yerinde açlıktan, hastalıktan hiçbir çocuk ölmemeli.
         Hiçbir çocuk öksüz-yetim kalmamalı.
         İnsanların mutluluğu yüzüne, gözüne yansımalı.
         Velhasıl dünya, tam yaşanılacak bir dünya olmalı.
         Hani cenneti anlatırlar ya bazen… İşte öyle bir şey…
         Fakat, bugün öyle mi? Biraz örnekler verecek olursak her yıl ;
         -Silah için harcanan para …………..: 1 trilyon 565 milyar dolar
         -Makyaj malzemesine…...................: 18 milyar dolar
         -Avrupa ve ABD’de av hayvanı
          mamasına harcanan………………..: 17 milyar dolar
         -Avrupa’da dondurma tüketimi……..: 11 milyar dolar
         -Kuruvaziye seyahat harcamaları….: 14 milyar dolar
         -Parfüme harcanan para……………: 15 milyar dolar
         -Yılda israf edilen gıda miktarı……..: 1.3 milyar ton
         İnsanların, diğer insanlara karşı ilgisizliği, sevgisizliği, düşüncesizliği ya da ticarî sömürü yüzünden;
         -Yılda açlıktan ölen bebek sayısı…...: 10 milyon
         -Şekerli ve gazlı içeceklerden
          ölenlerin sayısı……………………….: 184.000
         -Yetersiz beslenen insan sayısı…….:  870 milyon
         Oysa ki, yetersiz beslenmeyi önlemek için gereken para 19 milyar dolar ki, sadece makyaj malzemesine harcanan para buna kâfi geliyor.
         Temiz içme suyu sağlamak için gereken para ise 10 milyar dolar.
         Biz diyoruz ki, “Şu çağda bırakın savaşı, hiçbir yerde hiçbir zaman kavga bile olmamalı”. Fakat, silahlanma için yani savaşlar için, yani insanları öldürmek için bir yılda harcanan para görüldüğü gibi 1 trilyon 565 milyar dolar.
         Şekerli ve gazlı içecekler, başta çocuklarımız olmak üzere insan sağlığını tehdit ediyorsa; yerin dibine batsın onların üretimi ve getirisi…
         İnsanlığa zarar verici harcamalar yarar, yarar verici harcamalara dönse; dünyada mutluluk biraz daha yaygın hale gelecek, zamansız ve yersiz ölümler azalacak.
         Dünyada her türlü vahşet, her tür canavarlık son bulmalı; insanlar, insanlık erdemine yakışır bir şekilde yaşamalı…
         Büyük Atatürk’ü bir kere daha minnet ve şükranla anıyorum. O ne demişti?
         “Yurtta sulh, cihanda sulh”. 
                           (11 Ağustos 2015)







4 Ağustos 2015 Salı

EMEKLİLER ÇALIŞMASIN MI? (İsmail KARA)

     EMEKLİLER ÇALIŞMASIN MI?
                                                                                          İsmail KARA
       Emekliler çalışsın mı, çalışmasın mı?
       Devleti yönetenler emeklilerin çalışmasını istemiyor sanırım. Çünkü, emekli olup çalışanlardan bir kısım kesintiler yapılıyor.
       Örneğin bir emeklinin kendine ait bir işyeri varsa, maaşından %10 kesinti yapılıyor. Daha önce bu oran %15 iken Temmuz 2015’te %10’a indirildi.
       Küçük bir işyeri açmak isteyen ya da kendi işinde çalışan emekliler bundan tedirgin… Bir emekli dinlenmek ister aslında, çalışmak değil… Ama onu hayat şartları zorlarken ne yapsın?
       Öte yandan bir emekli, bir işyerinde ücretli çalışırsa; emekli aylığında bir kesinti olmaz ama aldığı ücretten %7,5 oranında destek pirimi kesilir. Ayrıca %23,5 ilâ %28,5 arasında işveren de katkı payı öder. Yani en az %30 tl. prim ödenir. Peki, normalde (yani emekli olmayan) bir işçinin ücreti için ne kadar prim ödeniyor? Bakalım;
       Ücretliden kesilen prim oranı %14, işveren katkı payı ise %20,5 ki toplamda (en az) %34,5 tl. prim ödeniyor.
       25 yıldan fazla prim ödeyip emekli olan ve çalışan kişi ile henüz emekli olmamış kişinin arasındaki prim farkı %4,5 dur. Bu durum ne kadar adil? Tartışılabilir.
       Her ay Türk-İş ve Kamu-Sen tarafından yoksulluk ve açlık sınırı konusunda raporlar yayınlanıyor. Örneğin Türk-İş’in Haziran 2015 raporuna göre dört kişilik bir aile için açlık sınırı; 1.338 tl., yoksulluk sınırı ise; 4.357 tl.dır.
        Emeklilik geliri yoksulluk sınırının üstünde olanlar için söylenecek fazla söz yok… Fakat, devlet olarak emekline hayat standartının çok altında, hatta açlık sınırının bile altında maaş veriyorsan, onları zor şartlar altında yaşamaya mecbur ediyorsan; sorumlu zaten sensin.
         O zaman, bir şekilde kazanç sağlamaya çalışan emeklinin önüne çeşitli engeller çıkarman da hakkaniyet ilkeleriyle asla bağdaşmaz ve “Sayın emekli, sen artık çalışamazsın” demen doğru olmaz.  
        Üstelik çalışma gücü olan herkesin çalışması, üretime ve ekonomiye katkı vermesi konusunda destek verilmeli, yolundaki tüm engeller kaldırılmalıdır.
        “Emekli çalısın mı, çalışmasın mı?” sorusuna, kısaca yanıt verebildiğimi sanıyorum.
                            04.08.2015

             
        

6 Temmuz 2015 Pazartesi

TÜRKLERİ NASIL BİLİRSİNİZ?

      TÜRKLERİ NASIL BİLİRSİNİZ?
                                                                                                                              İsmail KARA
            Türkler, tarihler boyunca örf ve ahlâkıyla, hayırseverliği ile, cesaret ve kahramanlığı ile dünya milletlerine örnek olmuştur. Batı medeniyetine de çok önemli katkılar sağlamıştır. Aşağıda bazı seçkin kişilerin sözlerini göreceksiniz.
        “Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu orada görüp öğrenirsiniz.” William Martin
         “Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.” La Martin
         “Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.” Kayzerling
         “Türkler şarkın ve garbın en efendi milletidirler.” T.Gautier
         “Türk, asillerin asilidir. Yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir.”  Pierre Loti
         “Türk’ün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur.”  Thomas Thorsten
         “Türk’ün ruh yapısında dünyanın hayretler içinde kalacağı bir nitelik gizlidir.” Sir Mark Skyes
         “Türklerin meziyetleri vardır. Sahtekarlık, yalan bilmezler ve doğruluktan ayrılmazlar.” Patrik Mikail
         “Haksızlık, dolandırıcılık, tekelcilik, hırsızlık ve benzeri suçlar Türkler arasında adeta bilinmeyen şeylerdir.” Comte de Bonneval
         Bugün, bazı batı yanlısı uşaklar; “Türk” kelimesini yeni bir kavram gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Bakınız Hammer ne diyor;
         “Türk, Heredot’tan, Tevrat’tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.”   Hammer
         “Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır.”  Hammer
         Yalnız bu kadar değil tabiî… Söylenmiş o kadar söz var ki, buraya hepsini alma şansımız yok.
         Ama şunu mutlaka belirtmeliyim; bugün hem de içimizde bulunan bir kısım devşirmeler maksatlı olarak, tarihimizi bilmeyen öğrenmeyen yardakçılar da şuursuzca Türlüğümüze saldırmakta, Türklüğün hor görülmesi, aşağılanması için birilerine destek vermektedirler.
          Ey Türk milleti! Asaletini koru, bu tür oyunlara gelme!..  

12 Haziran 2015 Cuma

SORUMLUYUZ; (KAROZAN) İsmail KARA

     SORUMLUYUZ                                                   İsmail KARA
       İçinde yaşadığımız toplumda olup bitenler, hepimizi etkiler. Toplumun sorunları, bizlerin de sorunudur. “Ne me lâzım” diyemeyiz ve kaçamayız.
       Ama yöneticiler, haksızlıklara karşı seslerini yükseltince “sus, sen sus!” diye dikilirler karşına; icabında yapmadıklarını bırakmazlar sana… Çünkü, onların işine gelmez. Sen susacaksın ki, onlar atlarını istedikleri gibi yürütecekler. Sen susacaksın ki, onlar pastanın en büyük dilimini; istedikleriyle, istedikleri gibi yiyecekler. Hak, hukuk, adalet de neymiş bilmeyecekler, tınmayacaklar.
       İnsanlıktan iyi anlayan, hak ve adaleti, eşitliği iyi bilen aydınlar, gazeteciler, yazarlar susacak, pusacak.
       Eleştiri, yasak!
       Hak ve hukuku savunmak, yasak!
       Koyun gibi olacaksın kardeşim! İstenileni yapacaksın. İstenilen yoldan gideceksin.
       Tavuk gibi olacaksın kardeşim! Az yem yiyeceksin, çok yumurta vereceksin.
       Öküz gibi olacaksın kardeşim! Öküz gibi mel mel bakacaksın, sana verilen hak neyse onu kullanacaksın. Diklenirsen eğer, sen bilirsin.
       “Ben koyun değilim”, “ben tavuk değilim”, “ben öküz değilim” diye haykırabildiğin zaman; adam oldun demektir.
       Adam ol kardeşim, adam ol! Gözlerini açıp iyi bak, incele olup bitenleri, susma, pusma, aydın ol! Aydın gibi aydın ol!
       Yalakalık mı? O hiçbir aydına yakışmaz. Ne demişti Rıfat Ilgaz?
---
“Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
ÇABUK OL
Tam çağı ise başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
KORKULUK OL






11 Nisan 2015 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK (İsmail KARA)

    ÖZGÜRLÜK

    Özgürlük, “hürriyet” ile eş anlamlı bir kelime…
     Kişilerin hiçbir baskı olmaksızın istedikleri gibi hareket edebilmeleridir  özgürlük.
     Ancak, kişi bir hareket yaparken kamuya ya da başka bir kişiye zarar vermemelidir. Aksi halde zarar gören kamunun, kişi veya kişilerin haklarını koruyan yasalar, örf ve âdetler devreye girer. Zarar verici önemli hareketleri önlemek için yasalarla çeşitli yaptırımlar (cezalar) uygulanır.
     Nitekim, kişilerin bazı kuruluşların; başkalarına zarar vermelerini engellemek için polis, jandarma, özel güvenlik birimleri ve diğer bazı kolluk kuvvetleri oluşturulur.
     Zararlı hareketlerle ilgili yaptırımların uygulanma kararları için ise mahkemeler kurulmuştur. Birçok anlaşmazlıklar mahkemelerde çözülür.
     Fakat, önemi büyük olmayan, küçücük olaylar için ne mahkemeye, ne de başka makamlara başvurulmaz. İnsanlar kendi aralarında çözüm yollarına giderler.
     En doğru olan şey, kişinin kendi özgürlüğü, kendi hak ve hukuku kadar başkalarının da özgürlük, hak ve hukukuna saygı göstermesidir. Zaten herkes, bu anlayışa sahip olup hal ve hareketlerinde dikkatli olursa kolay kolay anlaşmazlık çıkmaz. O zaman ne kolluk güçlerine, ne de mahkemelere ihtiyaç kalır.
     Kişi, hemen her türlü hareketlerinde başkalarına karşı sorumludur. Özgürüm diye kimse kimseye en küçük zarar vermemeli, diğer kişi veya kişileri rahatsız etmemelidir.
     Örneğin bir adam aracını öyle bir yere park ediyor ki; gelen geçen araçların, kişilerin geçişini engelliyor.
     Bir başkası gecenin ilerleyen saatlerinde aracında yüksek sesle müzik dinliyor, korna çalıyor.
     Kaldırımın ortasında bir grup durup birbiriyle konuşuyor ve diğer insanlar zorlukla geçiyor.
     Bu ve benzeri daha nice hareketler…
     Böylesine başkalarını rahatsız edici davranışlar; hiçbir özgürlük anlayışı ile bağdaşmaz.
     Ve de hiçbir medenî toplumda yapılmaz.
     Kişilerin özgürlüğü, bir başkasının özgürlüğünü kısıtladığı yer ve zamana kadardır.
     Bu itibarla sokakta yürürken, dikilirken, toplu taşıt araçlarında bir yerden bir yere giderken, özetle her yerde her zaman başkalarına karşı sorumluyuz. Bunu bilmek ve bu bilinçle hareket etmek durumundayız.
     Özgürlük, hiç kimsenin sonsuz tasarrufunda değildir.

  (11.04.2015 günü yayınlanan yazımdır) 

19 Şubat 2015 Perşembe

BEY GİBİ YAŞAMAK (İsmail KARA)

   BEY GİBİ YAŞAMAK
                                                                   İsmail KARA
   Çocukluğumun büyük bir bölümü 80 haneli bir köyde geçti.
    Babam köye 3-4 km. uzaklıktaki kasabamızda esnaftı. Soba imalatı ve tamiri, gazla çalışan el fenerleri, lehim işleri, çilingirlik vb. işler yapardı. Ben de ona körük çekme filan gibi yardımlarda bulunurdum. Karşılığında bahşiş vererek beni sevindirirdi.
    İşlerin yoğun olduğu zamanlarda bu tür işlerden anlayan göçmen Murat amcaya da iş verirdi.
    Aradan yıllar geçti. Babam o işleri bıraktı. Murat amca öldü.
    Bense Maliye Okulunu bitirmiş ve Ankara’da memur olmuştum. Oniki yıl sonra istifa ederek memleketime yerleştim. Muhasebe bürosu açtım.
    Bir gün bunu duyan Murat amcanın oğlu Bilal ziyarete geldi. Sonra da şehre geldiği günlerde yanıma uğradığında, iki baba dostu sohbet ederdik. Ona;
    -Murat, nasılsın? Diye sorardım.
    Bana genellikle gülümseyerek şöyle yanıt verirdi;
    -Sağol, nasıl olalım abi? Parasız pulsuz, aç susuz bey gibi yaşıyorum.
    Kendisine ufak tefek destek sağlar, bazen de iş bulurdum.
   1984 de mekân değiştirdik. Ankara’ya geldik. Otuz seneden fazla zaman geçti. Fakat, ben Bilal’in o sözlerini hiç unutamadım.
    “Parasız pulsuz, aç susuz, bey gibi yaşamak”…
    Baba dostumun oğlu gibi nice Bilal’ler vardı ülkede öyle yaşayan…
    Türk-İş ve Kamusen yaptıkları araştırma sonucu her ay “açlık ve yoksulluk sınırı” hakkında rapor yayınlıyorlar.
    Türk-İş’in 29.01.2015 tarihli yayınına göre dört kişilik bir aile için; açlık sınırı 1.257, yoksulluk sınırı ise 4.094 tl. Kamusen’in Ağustos 2014 ayı raporuna göre; açlık sınırı 1.328, yoksulluk sınırı ise 4.199 tl.
    Nüfusumuzun ne kadarı açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşıyor?
    ATO’nun 11.05.2008 deki bir yayınına göre;  nüfusun % 74’ü yoksulluk sınırının altında, % 15.4’ü ise açlık sınırının altında yaşıyormuş. Ocak 2013 de Milliyet’te çıkan bir yazıda 46 milyon kişinin açlık sınırı altında yaşadığı belirtiliyor. TUİK kaynaklı yeni bir açıklamada Türkiye’de ailelerin % 93’ ünün yoksul olduğu açıklanmaktadır.
    Buna rağmen, birileri ortaya çıkıp bizim Bilal gibi “Parasız pulsuz, aç susuz bey gibi yaşıyorum” diye halisane bir şekilde söylemiyor. Hemen herkes hayatından memnun sanki…Ya da açlık ve yoksulluk; mutluluğa engel değil. Daha ne denilebilir ki…
    Kuzuların sessizliği devam ediyor.