14 Ekim 2012 Pazar

Ben Yuvamı İstiyorum


                    
                                          BEN YUVAMI İSTİYORUM
     Annemle babam, sanıyorum birbirlerini iyice tanımadan evlenmişler. Evlilikleri bir süre iyi gitmiş. Sonra gürültü, patırdı, şamata başlamış. Kavga, hep kavga…   Onları biraz bilinçle tanımağa başladığımda, böyle bir ortamla karşılaştım. Üzülüyordum. Evde huzur yoktu. Bende hiç yoktu.
     Sonunda boşandılar. Dört yaşımdaydım. Hakim amca beni annemle yaşamağa mecbur etti. Yasalar, böyle gerektiriyormuş. Onun düzenli bir geliri yoktu. Babam anneme her ay “nafaka” denilen bir ödeme yapıyordu. Ama, geçim için yetmiyordu. Bu yüzden annem çocuk bakıcılığı, çamaşırcılık, kapıcılık gibi işlere koşturup duruyordu.
     Okula başladığım ilk gün, tüm arkadaşlarımın üstünde mavi renk önlük, beyaz yakalık vardı. Benimse üstümde her gün giydiğim, günlük giyecek… Diğer çocuklara gıpta ile bakıyordum. Bir süre sonra kitap, defter, kalem filan alındı. Daha sonra önlük, yakalık... Uzatmayalım. Dönem sonu geldi. Okul tatil oldu. Ben de sınıfımı başarıyla geçmiştim.
     Bir amcanın yardımıyla edindiğim malzeme ile ayakkabı boyacılığı yaparak hem harçlık biriktirmeye, hem de eve katkı sağlamaya çalışıyordum.
     Artık babamı hiç göremiyordum. Onun başka bir ülkeye gittiğini duydum.
     Annem eve çok geç gelmeye başlamıştı. Hep çok çalıştığını, çok yorulduğunu söylüyordu. Kendine çeşit çeşit giysiler alıyordu. Çok şık giyinmeye ve süslenme-ye özen gösteriyordu. Yaptığı iş ne acaba diye düşünmeye başlamıştım. O sırada annemin kötü kadın olduğu söylenmeye başladı sokaklarda. Çocuklardan bunu duyuyordum. Bana da ters ters bakmaya başladılar.
     “Annen kötü kadın olmuş” diyen Cafer amcaya kızdım. Bağırdım; “benim annem kötü kadın olamaz”… “Bu akşam seni çalıştığı yere götüreyim, gözlerinle gör istersen” dedi. O akşam birlikte gittik. Kapısında renkli ve değişken ışıklarla “gazino” yazılı bir yerdi o işyeri… Beni içeri koymak istemediler. Ancak, kapı aralığından gözlüyordum. Bir de ne göreyim; annem yarı çıplak bir şekilde insanlar içinde dolaşıyordu. Şaşkına dönmüştüm. Cafer amcayla evin yolunu tuttum. Uyku tutmadı beni bir türlü...
Annem geldiğinde saat 05 oo olmuştu. Beni uyumamış görünce nerdeyse dilini yutacaktı. “Niçin uyumadın oğlum” deyince, ben;
-Artık benim annem değilsin. Çünkü, sen kötü kadınsın, dedim.
-Nasıl konuşuyorsun öyle, ben senin için çalışıyorum, dedi.
-Nasıl çalıştığını gördüm. Yarından itibaren evi tamamen terk ediyorum, dedim.
Söyleyecek bir söz bulamadı. Oturduğu yerde, ellerini başının arasına alarak yüksek sesle ağlamaya başladı.
      Sabah olunca evden ayrıldım. Ayakkabı boyacılığı, hamallık gibi ufak tefek işler yapıyor, bazen arabaların camlarını silip bahşiş alıyor ve yaşamaya çalışıyordum.         Açıldığında okula da gitmeyerek asmıştım tabîi… Sokaklarda  diğer sokak çocuklarıyla dolaşmaya, uygun gördüğümüz yerlerde yatmaya başlamıştım zaten… Kış yaklaşmıştı. Küçük yaşıma rağmen, büyük çile rüzgârının esiri olmuştum. Çektiklerimi burada tek tek size anlatacak ve yüreğinizi yaralayacak değilim.
      Şimdi aradığım ve özlediğim bir şey var; anne, baba ve çocukların bir arada olduğu sıcak bir yuva, az da olsa huzurlu bir ortam….  Hasret kaldığım şey… Ülkemizde benim gibi yuvası bozulan, aynı ortama özlem duyan  nice yavrular  vardır, kim bilir? Aynı şekilde kaybettikleri yavrularını arayan nice anneler, babalar kim bilir?
     Şimdi evlenmek, yuva kurmak isteyen büyüklerime ve tüm anne-babalara  bir çift sözüm olacak;
     -Ne olur eşinizi seçmede titiz olun, evlendikten sonra yuvanıza iyi sahip çıkın, onu asla dağıtmayın! Çocuklarınızı ve eşinizi mutlu edin! Öncelikle çocuklarınızı benim düştüğüm durumlara düşürmeyin!  Yalvarıyorum!

(Bu yazı, 12 yaşındaki bir çocuğun gerçek ifadesidir)
İsmail KARA  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder