28 Ocak 2012 Cumartesi

Yüreğini Sevdim

YÜREĞİNİ SEVDİM

Seni görsem yaz gelir,
Ne söylesem az gelir,
Gözün, kaşın vız gelir,
Ben, yüreğini sevdim.

İpek gibi saçların,
İnci gibi dişlerin,
Güzelliğin hep senin,
Ben, yüreğini sevdim.

Belli, makyaj yapmışsın,
Biraz boya kapmışsın,
Sen, ne kadar safmışsın,
Ben, yüreğini sevdim.

Güzel, güzel giyinmen,
Böylesine süslenmen,
Gereği var mı, neden?
Ben yüreğini sevdim.

Başka ne desem sana,
Azıcık anlasana,
Yüreğin yeter bana,
Ben, yüreğini sevdim.

Uşaklık


UŞAKLIĞI ÖĞRETEMEDİM

    İngiliz Kralı VIII. Edward Atatürk’ü ziyarete gelmişti. Dolmabahçe Sarayında bir ziyafet veriliyordu. Masa baştan başa yemeklerle donatılmıştı. Yemeğe başladıktan biraz sonra garsonlardan biri yemek getirirken kayıp düştü, yemekler etrafa saçıldı. Bunu gören Atatürk Krala dönerek;
    “Bu millete her şeyi öğrettim, uşaklığı öğretemedim” dedi.
    Ey Büyük Atatürk!
    Senin öğretemediğin uşaklığı elin oğlu bir kısım kişilere öyle öğretti ki; hem de tam öğretti ve ülkemizin tepesine getirdi.  Ve onlar şimdi, emperyalist milletlerin uşakları, hatta bırak uşaklığı, adete kuklası oldular, maşası oldular.
    Kendi ülkesindeki sorunları çözmekten aciz bu insanlar ki, aldıkları emirlerle dünyaya düzen vermeye  çalışıyorlar. Libya, Mısır, Suriye, İran vb. ülkelerin  işlerine karışıyorlar.
Neden mi? “BOP Eş Başkanlığı” görevini yürütüyorlar.
    Ey Büyük Atatürk!
    Sen bugünleri tahmin ediyordun; “İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler” demiştin. 2000’li yıllarda değindiğin hususta bunu aynen sağladılar. “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş” değil henüz ama “Bütün tersaneleri” ne satın alınmak suretiyle girilmiştir. “Bütün orduları dağıtılmış” da değil, fakat bunu da yapmaya çalışıyorlar. “Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler” demiştin. Yukarıda da değindiğim gibi bu da gerçekleşti. “Millet fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir” dedin. Bu henüz olmadı ama, bu gidişle aynen olacaktır.
   Bize şunu sormayın sakın, “Peki sizler nerdesiniz, ne yapıyorsunuz?”.
   “Biz izindeyiz (yani tatildeyiz). Biz uykudayız. Daha doğrusu, çoğunluğumuz uykuda, hatta baygın yatmaktayız” diye cevap vermekten başka çarem yoktur.
   Bütün bu olumsuzluklardan kurtulmak için “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur” buna inanıyorum. Çünkü, bir kısmımızın damarlarındaki kan belki değişikliğe uğratıldı ama çoğunluğun damarlarındaki kan sağlamca duruyor. Tek çaremiz kalıyor;   
    UYANMAK, UYANMAK YA DA AYILMAK!
    
    İsmail KARA

Medeniyet

     MEDENİYET
                                                                                                      
     Medeniyet kelimesinin sözlüklerdeki anlamı şöyle; "Uygarlık, bir milletin, bir toplumun düşün ve sanat hayatıyla eriştiği düzey ve maddi, manevi varlıkların tümü"...
     Bir bakıma şöyle de diyebiliriz; insan topluluklarının yaşadığı, eriştiği seviye...
     2000'li yıllarda yaşarken teknolojinin son derece ilerlediğini hepimiz kabul etmek zorundayız. Bu bilinen bir gerçek zaten...
     Ancak, insanlığın, insanî duygu ve düşüncelerin de son derece ilerlemiş olması gerekirdi. İşte bunu maalesef göremiyoruz. Zira, çok basit nedenlerle, çok küçük çıkarlar uğruna insanlar birbirleriyle olmadık mücadelelere giriyor. Savaşıyorlar. İnsan insanı öldürüyor. Oysa ki, gerçekten gelişmiş insan veya insanlar; bırakın bir başka insana işkence etmeyi, öldürmeyi, hiçbir canlıya dahi kıyamaz, onu incitemez, öldüremez.
     Şimdi soruyorum; "Nerede medeniyet? Yoksa Mehmet Akif'in dediği gibi "Tek dişi kalmış medeniyet dediğin canavar" değil de, dişleri çoğalmış ve bilenmiş bir canavar mı?..
     Yazımı "Utanç" adlı şiirimle bitiriyorum.
    
     Köpekle kedinin dostça yaşadığı günümüzde,
     İnsanlar halâ birbirini yemekte...
     Asırlar ve medeniyet ilerledikçe,
     Galiba insanlık gerilemekte...
     Doğrusunu isterseniz, üzgünüm ben;
     Utanıyorum, kedilerden-köpeklerden...
     *
     İsmail KARA
BEYİNLERE KİLİT VURULAMAZ
İnsanın en önemli organlarından olan beyin, durmadan çalışır. Bu çalışma, uyurken bile devam eder. Rüya denilen şey, beynin uyuduğumuz zamanlardaki üretimi değil midir? Kısacası o, dur durak bilmez. Ne zamana kadar? Ölene dek… Ölüm hariç, hiçbir güç beynin çalışmasını önleyemez.
Beynin en önemli özelliği ise düşünce üretmesidir. Topluma, insanlığa yararlı çok sayıdaki icatlar; bu üretimler sonucu ortaya sürülmüştür. Aksine, zararlı düşünceler de oradan çıkmıştır. İnsanları madden ve manen sömürme, onlar üzerinde egemenlik sağlama ve her istediğini yaptırma, egemenliği sürdürebilmek için de karşılarına çıkan ve çıkacak olan engelleri yok etme… Tarihte ilk çağlardan beri bu vardır. Ülke kavramı oluştuğu zamanda bariz bir şekilde görülmüştür ki, çoğunlukla ülkenin başında bugün “diktatör”  denilen ve çeşitli unvanlar verilen yöneticiler bulunmuştur.
Giderek bazı düşünceler değer kazanmıştır toplumlarda; hak, hukuk, adalet, insanlar arasındaki eşitlik gibi… Bu tür düşünceler ise “demokrasi”, “cumhuriyet” gibi yönetim kavramlarını doğurmuştur. Toplum (ülke) üzerinde tek bir kişinin otoritesi yerine, aynı toplumun seçimle yöneticilerini belirleme esası hakim olmaya başlamıştır.
Bir ülkede demokrasi tesis edilmiş olması; insanlar arası eşitliğin, hak, hukuk ve adaletin sağlanması için yeterli midir? Bunun da yeterli olmadığı son yıllarda açıkça belli olmuştur. Bazı ülkelerde bir kısım çıkar grupları (partileri) oluşturulmuş, çeşitli durum ve çeşitli desteklerle bunlar yönetimi ele almışlardır. Yönetimi ele geçiren bu partiler, karşılarına çıkabilecek diğer partileri de çeşitli oyunlarla sindirip egemenliklerini sürdürmeye başlamışlardır. Dolayısıyla “demokratik düzen” içinde diktatörlük rejimini kurmuşlardır. Bugün ne yazık ki, değinilen bu ülkelerden birisi de Türkiye’dir.
Kibarca “Tek parti rejimi” de denilen bu diktatörlük rejiminde egemen parti; iktidarını koruyabilmek için yasallığına bakmaksızın çeşitli yollara başvurduğu gibi, yasaları da kendi istek ve arzusuna göre düzenlemeğe çalışmaktadır. Şöyle ki, çoğu yaptıklarında ülkemizin ve halkımızın yararları dahi göz ardı edilmekte olup, kişisel ve partisel çıkarlar ön planda tutulmaktadır. Ayrıca, dünyanın hiçbir yerinde suç dosyası kabarık kişilerin bir araya geldiği böyle bir iktidar da bulunmamaktadır.  
En küçük olumsuz eleştiriye tahammül edemeyen diktatör rejimin mensupları, kendileriyle yandaş olanlara çeşitli çıkarlar sağlar ve primler verirken; karşılarında olabilecekleri ezmek için her şeyi yapmaktadırlar. Çok sayıda aydınımızı, yazar ve gazetecimizi bu nedenle zindanlara tıkmışlardır. Dünyada bu kadar çok aydını ve gazetecisi içerde olan başka bir ülke yoktur.
Emperyalist ABD ve AB ülkelerinin arzuları doğrultusunda kahraman ordumuzun üst düzey komutanları (ve çalışan, emekli denilmeden pek çok subayı) olmadık suçlamalarla hapishanelere atmışlardır. Ve akıllarınca ordunun da kendilerini devirmesi mümkün olmayacaktır.
Bütün bunlar “diktatörlük” değil de nedir?
İnsanların  gözleri vardır; göreceklerdir. Kulakları vardır; duyacaklardır. Ağızları vardır; konuşacaklardır. Yazma yetisi vardır; yazacaklardır. En önemlisi beyinleri vardır; düşüneceklerdir. Bunların hiç birine, başta beyinlere kilit vurulamaz.
Tarihe baktığımızda insan üzerinde bir yere kilit vurulmuştur ve o kilit de “bekâret kemeri” üstünde olmuştur.

17 Ocak 2012 Salı

yalakalık,,,,

YALAKALIK İLMİ 
İsmail KARA

Ey oğullarım!                                                                    
Hepiniz büyüdünüz. Birer meslek sahibi oldunuz. Kiminiz haksız uygulamalara karşı direndiniz. Ya işinizden oldunuz, ya da terfi edemediniz. Hayat mektebinde sınıfta kaldınız. Yerinizde saydınız. Çünkü, büyük bir noksanınız vardı. “Yalakalık” ilmini hiç öğrenmediniz. Bunda bizim de suçumuz yok değil… Söz konusu ilmi biz de öğrenmemiştik. Size bu konuda bir şey veremedik.
Biz biraz eski kafayız. Günceli pek yakalayamayız. Ama sizler zamanın gençlerisiniz. Günümüzün koşullarını iyi takip edebilirdiniz. En azından “yakalık ilmi” nin ileride gereceğini de sezebilirdiniz.
Günümüzde “yalakalık” çok önemli hâle geldi. Bunda becerili olamadığınız sürece daha çok sınıfta kalırsınız. Ne kadar başarılı olursanız olun, isterseniz ağzınızla kuş tutun işe yaramaz.
“Devlet-i siyasette devir yalaka devri,
Her işte, ticarette devir yalaka devri”…
Belki siz, yalakalığın ne olduğunu bile bilmiyorsunuz.
Yalakalık; kişisel çıkarlarınız için üstlerinize, amirlerinize, patronlarınıza yaranma ve kendinizi daha iyi sevdirme /satma ilmidir (sanatıdır).
Son yıllarda öğrendiğim kadarıyla size bazı ipuçları vermek istiyorum;
-Üstlerinizin, amirlerinizin, patronlarınızın aleyhine hiçbir yerde, hiçbir zaman en küçük bir olumsuzluk içeren eleştiri yapmayın (yerin kulağı vardır).
-Onları daima övün, övücü sözler söyleyin, yazın.
-Onlara gammazlık yapmayı, (özellikle) hedeflediğiniz yere gelme olasılığı bulunanları fırsat buldukça kötülemeyi de ihmal etmeyin.
-Onlardan gelen talimatları yanlış veya hatalı olsa dahi uygulayın.
-“Emredersiniz”, “hay hay”, “başüstüne”, “derhal” gibi kelimeleri sık sık kullanın.
-Onlara karşı saygıda (içinizden gelmese de, işinizden geldiğini unutmayarak) asla kusur etmeyin.
-Fırsat buldukça kendinize zarar gelmeyecek şekilde avanta da sağlayın, ama bunları kendi başınıza iç etmeyin; onlarla da paylaşmanın yollarını bulun. Örneğin çok değerli hediyeler, gönülleri fethetmenin en iyi ilâcı olabilir.
Şimdilik benden bu kadar… Siz düşünüp, taşınıp ilâveler yapabilirsiniz.
Ey oğullarım!
Şunu unutmayın ki, istikbaliniz (geleceğiniz) üstlerinizin, amirlerinizin, patronlarınızın dudakları arasındadır. Yalakalık yapmadığınız sürece hedefinize ulaşmanız çok zordur. Bunu aklınızdan hiç çıkarmayın ve hiç unutmayın!

YALAKALIK

Duman olur işin senin, edemezsen yalakalık,
Küser gider eşin senin, edemezsen yalakalık.
     *
Başımızın hep tacıdır, çoğu derdin ilâcıdır,
Sonra halin pek acıdır, edemezsen yalakalık.
     *
Sussan boşa, coşsan boşa; yalaka ol güzel yaşa,
Vurma sakın başı taşa, edemezsen yalakalık.
     *
KARA söyler doğru sözü, budur aslı işin özü,
Şişirirler bir gün gözü, edemezsen yalakalık.